Serüven'in Hikayesi
Hikaye
Problem çözmenin en kuvvetli yolu:
Serüven, ilkokulun bahçesinde yürürken kendisinden biraz daha irice bir çocuk geldi ve bilerek ona çarptı. Serüven ne olduğunu anlayamazken, bu sefer çocuk 'önüne baksana' diyerek Serüven'i itti.
Serüven:
"Sen ne diyorsun, hem kendin gelip çarpıyorsun, hem de ağzını bozuyorsun." dedi.
Öbür çocuk bir kere daha Serüven'i itti ve Serüven sendeleyerek yere düştü.
Çocuk, Serüven'in yere düşmüş bedeninin üstüne atlayıp vurmaya başladı. Serüven ilk başta sersemlik geçirse de, o da çocuğa vurmaya başladı. Boğuşma uzun sürmedi. Karşısındaki çocuk iri, ama koftu. Serüven çocuğu yüzüstü yatırdı; sağ kolunu arkaya çevirdi ve pes ettirdi. Çocuk "pes, pes..." diye Serüven'in durması için yalvarıyordu.
Serüven, durdu ve içinden:
"Ben ne yapıyorum, bu çocuğu dövdüm, yendim, elime ne geçti?" dedi.
Çocuğun üstünden kalktı ve arkadaşlarının, "Bravo, amma dövdün, çok iyi çaktın." gibi sözlerinin arasında sınıfa doğru yürüdü.
Derste sürekli olarak, niçin kavga ettiklerini düşündü. Kavga konusunun da, kavganın da çok anlamsız olduğunu anladı. O sıra ilkokul çocuğu olarak sürekli uzaylıları düşünüyordu. "Uzaylılar şimdi beni izlemiş olsalardı, ne gülerlerdi kim bilir."
"İnsanoğlu kısacık bir zamanda parlıyor, kızıyor ve kavga ediyor. Halbuki koca evrende bizim kavga konularımız ve kavgalarımız ne kadar küçük ve değersiz."
Serüven, daha sonraki yıllarda kendisini kızdırsalar da, hatta elle dürtükleseler de kavga etmeyi bıraktı. Bir daha hiçbir kavganın, dövüşün içine girmedi. Ne kendisi saldırdı birisine, ne de bir saldırıya cevap verdi.
Peki, birisi saldırınca ne yapıyordu dersiniz?
Öyle ya kendini savunması gerekmez mi, dayak yer sonra... Evet, kendini savunuyordu. Ama yine de fiziksel yolla savunmayı bırakmıştı. Ya bir sözle ya da karşısındakinin gücünü kullanarak kendini savunuyordu. Hani şu Uzakdoğu dövüş sanatlarının bir kısmı 'aikido' gibi, rakibinin gücünden yararlanır ya onun gibi...
Bazen de rakibini şoka sokan şeyler yapıyordu. Örneğin, lisedeyken yumruk atan bir çocuğa 'öldün sen' diye öyle bir haykırmıştı ki, çocuk dört nala kaçmıştı. O sözü söyledikten sonra yapacağı hiçbir şey yoktu; sadece ısıracak köpek gibi havlamıştı o kadar...
Bir seferinde kendisine ara sokağın birinde bıçak çekip parasını isteyen bir soyguncuya, "Bıçağın çok güzel, nereden aldın?" demişti.
Adam dumura uğrayıp nereden aldığını söylemişti. Serüven devam etmişti: "Bak hep böyle bir bıçağım olsun istedim; kaça aldıysan o bıçak için iki katını verebilirim." Adam birdenbire hırsız kimliğinden kopup, tüccar kimliğine bürünmüş ve pazarlığa başlamışlardı.
Serüven, konuşurken bağırmayı, sesini yükseltmeyi de bırakmıştı üniversiteye geldiğinde.
Çünkü sorunları akıl yoluyla çözemeyen insanlar, kaba kuvvetin ilk aşaması olan bağırmayı tercih ediyorlardı. Serüven için çok zor olsa da, insanlara kızdığında yüksek sesle bağırarak aynı kelimeleri söylemeyi bırakmıştı. Ne zaman bağırması gerekse, bağırmak yerine fısıltıyla söyleyeceğini söylemeye başladı.
Bir süre sonra, içinden kızdığı şeylere bağırmak yerine espriyle cevap vermeye başladı.
Örneğin, bir meslektaşı, "Sen akılsızın birisin." demişti bir gün. Serüven de, "Ne kadar iyi niyetlisin, herkesi kendin gibi biliyorsun." diye cevap vermişti. Çevresindekiler çok gülmüştü bu cevaba... Ama
Serüven ilerleyen zamanlarda bundan da vazgeçti. İlerleyen dönemde, "Sen akılsızın birisin" diyen birine, "Bunu tespit edebildiğin için çok akıllı olmalısın." demişti. Adam bu sözün üstüne ne diyeceğini şaşırmış, sırtını dönüp gitmişti.
Serüven, sorunları parayla çözmekle, kaba kuvvet kullanarak çözmenin aynı anlama geldiğini düşünüyordu artık.
Sorunları çözmenin en iyi ve en ekonomik yolu, yaratıcılıkla, akıl kullanarak çözmekti... Serüven'e göre bunun başlangıç noktası ise önce zor da olsa eski alışkanlıkları terk etmek...
Yorumlar (0)
Henüz yorum yapılmamış.