Dünyanın Sonuna İlişkin Teoriler
İngiliz Independent gazetesi, Maya takvimine göre Dünya’nın sonunun geleceğine inananlar için öğretici bir analiz yayımladı. Analizde, Dünya’nın sadece bir takvimin gösterdiği tarihe bağlı olarak değil ancak, birbirinden bilimsel ve gerçek sebeplerden ne gibi sonlarla karşılaşabileceği anlatıldı.
Uçsuz bucaksız evrende, Dünya’mız sadece bir göktaşının çarpması olasılığı ile tehdit edilmiyor. Bu olasılığın yanında uzayın ve içindeki yıldızların doğasından kaynaklanan çok sayıda etkileşim mevcut. Bu etkileşimler, belki milyonlarca, belki de trilyonlarca yıl içinde Dünya’nın sonunu getirebilir. Ya da, en beklenmedik gelişmeyle yarın kafamıza bir meteor düşebilir.
Gökbilimciler, Dünya’nın sonunun uzaydan geleceğine dair insan ürünü tehditlerin unutulması gerektiği görüşünde. Kıyamete dair görüşler, yakın zamanda Maya takvimi üzerine kurulmuş durumda.
Maya takviminin 21 Aralık 2012 tarihinde 394 yıllık döngüsünü (baktun) tamamlayacak. Ancak bu döngü, tam 8 bin yıllık daha büyük (pictun) döngünün bir parçası. Bu döngünün sonunda dünyanın sonunun geleceğine dair astronomik bir kanıt bulunmuyor. Ancak bu insanları sayısız teori üretmekten alıkoymuyor.
Peki Dünya'yı nasıl bir tehlike bekliyor? Astronomi uzmanı olmayan kişilere göre büyük bir tehlike söz konusu. Dünyaya düşen göktaşları, Asteroit kuşağında yaşanan patlamalarda ortaya çıkan ve kuyruklu yıldız bulutundan gelen taşlardan kaynaklanıyor. Bu göktaşlarından küçük boyutta olanların Dünya gibi gezegenlere çarpma olasılığı, büyük göktaşlarına kıyasla daha yüksek.
Dünya'ya çarpacak 10 metre çapındaki bir meteor bile küçük bir nükleer bomba etkisi yapabilecek güce sahip. 1908’de yaşanan ve büyük şans eseri hiçbir yerleşim biriminin olmadığı Sibirya’nın Tunguska bölgesine düşen meteor, Dünya’ya çarpan meteorların en büyük ve son örneği.
Her birkaç bin yılda bir, Dünya kuyruklu yıldızların az rastlanan enkaz yığınları arasından geçmek zorunda kalabiliyor. Yaklaşık 100 bin yılda bir ise, yüzlerce metre genişliğindeki bir göktaşı dünyanın tüm nükleer cephaneliklerine eş değerde bir patlamaya neden olabilir.
Böyle bir meteorun karaya çarpması İngiltere büyüklüğünde bir alanı yok edebilir, okyanusa düşmesi halinde küresel çapta tsunamiler ve gökyüzü ile güneşi örtecek toz bulutları oluşturabilir.
Her 100 milyon yılda bir, Dünya’ya boyu bir kilometreyi bulabilen dalgalardan oluşan dev tsunamiler, yıkıcı depremlere neden olan bir göktaşı çarpıyor. Çarpmanın etkisi, kara üzerinde yaşayan tüm büyük canlıların ölümüne neden oluyor.
Trilyonlarca ton kayanın buharlaşması fotosenteze dayalı ekosistemdeki şiddetli soğuklara neden olmaya başlayınca, bu sefer deniz canlıları yok oluyor. En son 65 milyon yıl önce yaşandığı düşünülen bu olayda, dev kertenkeleler (dinozorlar) yok olurken, Dünya’da memelilerin hayatı başladı.
İnsanlar bir sonraki patlamanın ne zaman olacağından korkuyor. Ancak gökbilimciler, yer üstündeki teleskoplarıyla uzaydaki büyüklükleri birkaç yüz metreden büyük enkazları tarayabiliyor. Bu sayede, dünya olası bir tehdide karşı nükleer cephaneliklerini kullanabilecek zamanı kazanıyor.
Dev yıldızlar nükleer yakıtlarını tükettikleri zaman, süpernova adı verilen çok büyük bir patlamayla ölüyorlar. Ortaya çıkan enerji, patlamanın yaşandığı galaksiyi tümden etkileyebilecek güce sahip. Dünya’ya 30 ışık yılı mesafede yaşanacak bir süpernova patlaması, emdiği yüksek enerji parçacıkları gibi gezegenimizin ozon tabakasını da süpürebilir. Bilim insanları, Kuzey Amerika’da 41 bin yıl önce ölen memelilerin sonunu bir süpernova patlamasına bağlıyor.
Ancak bir süpernova patlaması, hipernova patlamaları yanında küçük bir fişek gibi kalıyor. Böyle bir patlamada ölmekte olan dev gezegen neredeyse ışık hızında gaz ve yüksek enerjili parçacıklar püskürtüyor. Patlamanın etkisiyle, tüm evren birkaç dakika boyunca gama ışıklarıyla aydınlanıyor.
Eğer bir hipernova Dünya’ya 1,000 ışık yılı mesafede (9,460,730,472,580.8x1000 km) yaşanırsa, ortaya çıkacak yüksek enerji içeren radyasyonun dünyayı küle çevirmemesi içten bile değil.
Daha uzun zaman ölçeklerinde, gözler hayatımızın kaynağı olan Güneş’e çevriliyor. Daimi hayatın sembolü Güneş, hidrojenden helyuma dönüşeceği bir döngünün ortasında bulunuyor. Yaklaşık 5 milyar yıl içinde, Güneş’in hayat veren alevleri sönecek. Güneş’in sönmesi Dünya’yı yutacak ve onu cansız bir kül yığınına çevirecek.
Beş milyar yıl uzak bir zaman olarak görülse de, biyosfer çok daha kısa bir zamanda ölebilir. Güneş, yaşlandıkça daha fazla ısınıyor. Bu da, yaklaşık 500 milyon yıl içine yaşanacak küresel ısınmanın Dünya’yı bir çöle dönüştürmesi anlamına geliyor.
Bilim insanları, dünyayı bekleyen korkutucu sonları ele alarak insanlığın bir sonraki evi olabilecek gezegenleri araştırıyor. Dünyanın ardından ikinci evimiz olabilecek yer ise Satürn’ün uydusu Titan olarak kabul ediliyor.
Çılgınca fikirlere sahip roket bilimcileri ise, Dünya’yı göktaşlarından korumak için heyecan verici yöntemlere sahip: Asteroitlerin Dünya’nın çok yakınından geçmesine izin vermek. Bu şekilde asteroitler her geçişinde aktaracağı bir miktar enerjiyle Dünya’nın Güneş’ten adım adım uzaklaşmasını sağlayacak. Bu mantıkla, yaklaşık bir kaç milyon yakın geçiş sonrası daha yaşanabilir bir yörüngeye ulaşmayı umabiliriz.
Yıldızlar gelip geçici olsa da galaksiler sonsuz kabul ediliyor. İçinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksi’si “dünyanın” tüm vaktine sahipmiş gibi davranıyor. Kıvrımlı kollarında gazlardan oluşan yeni yıldızlar galaksiler arası uzay boşluğunda yağmur taneleri gibi duruyor.
Güneş gibi yıldızlar bir gün ölecek. Ancak Orion ve Taurus takımyıldızlarında yepyeni yıldızlar doğuyor. Yıldızların ömrü, yoğunluklarına bağlı. Bir yıldız ne kadar az yoğunluğa sahipse, bu o kadar az hidrojene sahip olduklarını gösteriyor. Düşük yoğunluğa sahip yıldızlar trilyonlarca yıl sönük cisimler olarak uzayda varlıklarını sürdürebiliyor.
Samanyolu galaksisi yavaş bir şekilde ömrünü tüketecek. Kısa ömürleri olan dev yıldızlar arkalarında her türlü ışığı bırakan nötron yıldızı veya kara delikler bırakıyor.
Güneş benzeri daha küçük yoğunluğa sahip yıldızlar ise yavaşça soğuyan, karbon içeriği fazla beyaz cücelere dönüşecek.
Zamanla yıldızların doğuşu ve ölümü tersine dönemeyecek şekilde bozulacak. Her seferinde daha fazla yoğunluk, yıldız kalıntıları veya soğuyan beyaz cüceler içinde sıkışacak. Onlarca trilyon yıl içinde ise, evrendeki tüm ışıklar sönecek ve uzay karanlığa bürünecek. Ancak bu yaşamın sona ermesi gerektiği anlamına gelmiyor.
Bir yıldız, saf madde içinde sıkışan enerjiyi radyasyona dönüştürerek aydınlanıyor. Yıldız ışığının nihai kaynağı ise yer çekimsel enerjidir. Yerçekimsel enerjiyi ısı veya radyasyona dönüştürmek için nükleer füzyonun dışında birçok yöntem mevcuttur. Yani, tüm yıldızlar sönük hale gelse de ileri medeniyetler kara deliklerin enerjisini kullanarak hayatta kalabilir.
Bundan 15 yıl önce kozmik genişlemenin hızlandığı ortaya çıkarıldı. Bunun sebebi olarak, yerçekimine zıt etki gösteren, uzayın saf boşluğunun oluşması/genişlemesi olarak tanımlanan karanlık enerji gösterildi.
Karanlık enerji çekmekten çok geri püskürten bir güç. Bilim insanları evrenin Büyük Patlama’dan beri genişlemesini içsel gerilim olarak belirttikleri karanlık enerjiye bağlıyor. Diğer yandan, saf boşluğun nasıl bu kadar ilginç bir özelliği olduğunu kimse bilmiyor.
Eğer karanlık enerji büyürse 20 milyar yıl içinde, ilk olarak galaksilerin, ardından yıldızların ve son olarak atomları yutacak. Hiçbir şeyin kurtulamayacağı bu gelişme evren için yıkıcı bir son olabilir.