Dölyatağı Boynu Kanseri
Dölyatağı boynu karsinomu, kadınlarda görülen kanserler arasında bazı kaynaklara göre ikinci, bazı kaynaklara göre ise üçüncü sırada yer alır. (Bazı istatistiklerde meme kanserinden sonra ikinci sırada dölyatağı gövdesi kanseri gelmektedir.) Dölyatağı boynu kanserinin 40 yaşın üzerindeki kadınların yaklaşık yüzde 2’sinde geliştiği sanılmaktadır. Tanı konan kadınların ortalama yaşı 45′tir, ama hastalık seyrek olarak 20-30 yaşları arasında da görülebilir. Erken evrede saptanan olgulann yüzde 95′inde tam iyileşme sağlanabilmektedir. Düşük sosyoekonomik düzeydeki kadınlarda, erken yaştan başlayarak ve sık cinsel ilişkide bulunanlarda, genel sağlık kurallarına yeterince uymayanlarda, çok sayıda eş değiştirenlerde görülme tehlikesi daha fazladır.
Dölyatağı boynu kanserine yakalanma ve bu tür kanserden ölüm oranı Batılı ülkelerde 35-45 yıl öncesine göre üçte bire inmiştir. Erken tam ve tarama testlerinin başarısı ve iyi uygulanan sağlık eğitimi programları bunda önemli rol oynamış, azalma, Papanicolau boyasıyla yapılan incelemenin (Paptest) uygulanmasına koşut bir gelişme göstermiştir. Pap-testle taramadan geçirilmeyen bir toplulukta dölyatağı boynu karsinomundan ölüm oram yüz bin kadında 30 iken, düzenli olarak Paptestiyle denetlenen bir toplulukta bu oran yüz binde 4′e inmektedir. Sonuç olarak dölyatağı boynu karsinomunda görülen azalma dölyatağı boynunda kanser öncesi doku değişimlerinin erken tanı ve tedavisine, muayene ve tarama tekniklerinin gelişmesine, ameliyatta dölyatağının dölyatağı boynuyla birlikte çıkarılmasına ve dolayısıyla kalan bölümdeki dokudan kanser gelişme riski olmamasına bağlıdır. Gene de Çin, Güney Amerika gibi bazı yerlerde dölyatağı boynu kanseri kadmlarda görülen kanserlerin yarısından fazlasını ve en önemli ölüm nedenlerinden birini oluşturur. Gelişkin tam yöntemlerinin kullanılmasına karşın ABD’de de her yıl 8 bin kadın dölyatağı boynu kanserinden ölmektedir.
Dölyatağı boynu kanseri ilerleme durumuna göre çeşitli evrelerde sınıflanır. Bu klinik evreleme sistemi tedavi ve hastalığın gidişini belirlemede yol gösterir.
NEDENLERİ
Dölyatağı boynu kanserinin nedenleri tam olarak bilinmemektedir, ama bazı etkenlerin yakalanma tehlikesini artırdığı anlaşılmıştır. Cinsel ilişki önemli bir etkendir.
• Dölyatağı boynu karsinomunun fahişelerde görülme sıklığı toplam kadın nüfustakinin dört katı kadardır.
• Cinsel etkinliğin 17 yaşından önce başladığı kadınlarda risk dört kat fazladır.
• Birden fazla cinsel eşi olan kadınlarda risk 7 kat fazladır.
• Dölyatağı boynu karsinomu, cinsel etkinliği olmayan kadınlarda hemen hiç görülmez. Gebelikten korunma yöntemi olarak dölyatağı boynu diyaframı kullanan kadınlarda görece az, eşleri sünnetli olan kadınlarda ise daha da az görülür.
• Son 15 yılda cinsel tutum ve davranışların değişmesi ile ilk cinsel birleşme yaşının düşmesi, genç yaş grubunda (15-24 yaş) dölyatağı boynunda görülen hücre yapısı değişimlerinin artmasına yol açmıştır.
Bütün bu gözlemler dölyatağı boynu karsinomunun kanser yapıcı (karsi-nojen) kimyasal bir süreç ya da virüsle ilgili bir hastalık olabileceğini düşündürmektedir. Sünnetsiz erkeklerde penisin ucunda deriyle kaplı bölmenin altındaki bezlerin salgıladığı smegma adlı salgı ve cinsel ilişkiyle geçen bazı virüslerin kanser oluşumunda rol oynadığı kabul edilmektedir. Dölyatağı boynunda kötü huylu hücre değişimlerine yol açtığı kabul edilen virüslerin başında Herpes simplex virüsü tip II (HSV-II) ve insan papillom virüsü (human pa-pillomavirus-HPV) gelir. Bu virüslerin tümör oluşumunu nasıl etkiledikleri kesin olarak bilinmemektedir. Kanser olu- -şumunun tek bir etkene bağlı olması ya da her hastada aynı karsinojen etkenin bulunması da gerekmez. Farklı etkenler farklı kişilerde aynı hastalığa yol açabilir ve genetik yatkınlık, bağışıklık durumu gibi birçok etken hastalığın gelişiminde rol oynayabilir. Dölyatağı boynu karsinomunun çok sayıda etkene bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Bunların bazısı kötü huylu hücre dönüşümünün başlamasından, bazısı da ilerlemesinden sorumlu olabilir.
TÜMÖR TİPLERİ
Dölyatağı boynu karsinomu olguların büyük bölümünde (yüzde 95) dölyatağı boynunun dölyolu içi bölümünü örten çok katmanlı düz epitelle dölyatağı boynu kanalını örten silindir epitelin birleştiği bölgede başlar; bunlara egzo-serviks kanseri denir. Yaklaşık yüzde 5′i ise başlangıçta dölyatağı boynu kanalında yer alır ve endoserviks kanseri olarak bilinir. Dölyatağı boynunun döl-yoluna çıkıntı yapan bölümündeki (eg-zorserviks) karsinom, değişik görünümlerde olabilir. Bunlardan dışarı doğru karnabahar biçiminde büyüyenlere ve-jetan tip adı verilir. Yeni oluşan karsinom pembe renklidir; daha soma kötü huylu hücrelerin kırılgan yapısı nedeniyle kolayca kanar ve doku ölümü sonucunda dökülen hücreler dölyolu salgısına kötü bir koku verir. İkinci bir tip olan ülserli karsinom dölyatağı boynunun derinliğine ve gerek boynun geri kalan yüzeyine, gerek dölyoluna doğru uzanan kenarları düzensiz bir yara biçiminde ortaya çıkar. Yumrulu (nodüler) karsinom ise mukozanın altında gelişerek dölyatağı boynuna yayılır ve daha sonra mukozada ülserleşmeye yol açabilir.
Endoserviks karsinomu dölyatağı boynu kanalının içinde gelişir ve belli bir süre için gizli kalabilir. Daha sonra ise vejetan, ülserli ya da yumrulu biçime dönüşerek yayılabilir. Karsinomdan hazırlanan ince kesitler mikroskop altında incelendiğinde kanserli dokuda normal epitel yapısının tümüyle yok olduğu görülür. Ama bu hücreler kansere özgü atipik yapılarına karşın epitelin normal hücrelerinin bazı özelliklerini de taşır. Böylece mikroskopta eşmerkezli bir yığm oluşturan pulsu ya da yassı hücreler (”epitel İncisi” ya da “keratin incisi”), soğan kabuğu gibi dizilmiş düz hücreler (olgun epitelyom) ya da az farklılaşmış yapıda, epitelin alt katman hücrelerine benzeyen hücreler (bazal hücreli epitelyom) görülebilir. Olguların büyük bölümünde mikroskopik hücre görünümü, dölyatağı boynu kanalına açılan salgıbezlerindeki karsinomun (adenokarsinom) yapışım andırır.
GELİŞME EVRELERİ
Bütün kötü huylu tümörler gibi dölyatağı boynu karsinomu da yakın dokulara yayılabilir, kan ve lenf dolaşımı aracılığıyla vücudun uzak yerlerine göç edebilir. Hastalığın gidişi ve yaşam beklentisi, büyük ölçüde tanı konduğu sırada tomürün yayılma derecesine, yani hangi evrede bulunduğuna bağlıdır. Hastalığın gelişimi beş ana evrede incelenebilir:
• Evre 0 ya da yayılma öncesi evre: Kanserin henüz başlangıç evresi sayılan Evre O’da karsinom in situ durumda, yani kendi doğal yerindedir. Epitel dokunun normal gelişiminden sapan bir çoğalma vardır, ama henüz dölyatağı boynunun iç yüzeyini örten epitel katmanın içindedir ve epiteli alttaki bağdo-kudan ayıran ince zan geçmemiştir. .
• Evre I: Karsinom yakın dokulara sızmaya başlamıştır, ama hâlâ dölyatağı boynu sınırları içindedir. Evre lA’da ancak mikroskopla görülebilen ve ölçülebilen (5 mm’den az derinlikte ve 7 mm’den az, genişlikte) doku yayılımı gösterir. Bu ölçüleri aştığında Evre IB ‘ye geçer.
• Evre II: Karsinom dölyatağı boynu sınırlarını geçerek dölyolunun üst üçte ikisine ve bağdokunun bir bölümüne yayılmıştır. Bu yayılma nedeniyle döl-^atağımn hareketliliği azalmıştır.
• Evre III: Karsinom leğen kemiği içindeki dokulara sıçramış ve dölyolunun alt üçte birine de yerleşmiştir. Dölyatağı artık muayenede oynatılamaz. Ayrıca dölyatağı boynundan gelen lenf sıvısının ulaştığı ilk lenf bezinde de yayılma vardır.
• Evre IV: Karsinom düzbağırsağa (rektum) ve idrar kesesine yayılmıştır. Bu evrenin ileri aşamalarında kan ve lenf dolaşımı yoluyla uzak organlara ulaşır (uzak metastaz).
Dölyatağı boynu karsinomu uzak metastaz yapabilir, çünkü tümörden ayrılan hücre grupları kan ve lenf dolaşı-mıyla vücudun uzak noktalarına taşınır ve oralarda çoğalır.
BELİRTİLERİ
Dölyatağı boynu karsinomu başlangıç evrelerinde çok az belirti verir; bu belirtiler de yalnızca ona özgü değildir. Dolayısıyla dölyatağı boynu karsinomu tanısı erken evrede ancak laboratuvar testleri yardımıyla konabilir. Dölyatağı boynu kanserinin ilk belirtisi berrak ya da berrak-sümüksü dolyolu akıntısı (lö-kore) olabilir. Akıntının miktarı zamanla artar ve içinde az miktarda kan bulunduğundan hafif pembe bir renk alır. Birkaç ay içinde akıntı kanamaya dönüşür. Bu kanamanın âdet dönemiyle ilgisi yoktur; cinsel ilişki, dölyolu muayenesi, dölyolunun yıkanması gibi bir durumdan ya da aşırı bedensel yorgunluktan sonra kanama görülür. Menopoz sonrası dönemdeki kadınlarda ortaya Çıktığında hasta bu kanamaları yanlışlıkla âdetin yeniden başlaması olarak yorumlayabilir.
Hastalık ilerledikçe kanamanın miktarı ve sıklığı artar. Kanamayla birlikte ya da kanamadan ayrı olarak dölyolun-dan kötü kokulu bir akıntı gelir ve ölü dokular atılır. Tümör dölyatağı boynu sınırlarını aşıp yakın dokulara yayıldığında, hasta başlangıçta uyarmayla (örneğin jinekolojik muayene sırasında), daha sonra kendiliğinden ortaya çıkan ağrıdan yakınır; ağrı zamanla şiddetlenir. Kanser düzbağırsağa ulaştığında hasta dışkılamada güçlük çeker ve makat büzgen kasının kasılmasıyla ağrı duyar. Kanser idrar kesesine yayıldığında, idrar yapma sıklaşır ve ağrılı hale gelir; ayrıca idrarda kan görülebilir. Hastalığın son evrelerinde genel durumu gittikçe kötüleşen hasta sürekli bitkindir.
TANI
Başlangıç evrelerinde tanı konduğunda dölyatağı boynu kanseri iyileşebilen bir hastalıklar. Önceleri fazla belirti vermediğinden, hastalığın ilk evrelerinde tanı koyabilmek için laboratuvar incelemelerine başvurmak gerekir. Bu incelemeler olabildiğince çok sayıda kadına uygulanması gereken tarama testleridir. Çok sayıda hastada dölyatağı boynu kanserinin erken dönemde tanınması ancak bu yolla sağlanabilir.
Karsinom hücreleri daha ilk evrelerden başlayarak tümör kütlesinden ayrılma, dölyolu ve dölyatağı boynu epite-linden dökülen başka hücrelere karışma eğilimindedir. Bu nedenle az miktarda dölyolu salgısında bile kanserli hücrelere rastlanabilir. Erken tanıya yönelik testlerde bir miktar dölyolu salgısı mikroskop lamı üzerine sürülerek boyanır. Mikroskopla incelendiğinde salgıdaki normal hücreler arasında bulunan tümör hücreleri kendine özgü yapısı nedeniyle tanınabilir. Erken tanıda çok yararlı ve hasta için ağrısız olan bir başka inceleme de yüzey biyopsisidir. Dölyatağı boynu kanalının ağzı hizasında dölyatağı boynunu örten epitelin en üst katmanlarından alman hücreler bir mikroskop lamına yayılır ve boyanır. Böylece kanser hücreleri erken evrelerinde incelenebilir. Ama yıkım aşamasındaki normal hücrelerin biçim ve görünümü tümör hücrelerininkiyle karışabilir. Herhangi bir kuşkuyu gidermek için biyopsi yapmak gerekir. Biyopsi için kuşkulu bölgeden doku parçası alınarak boyanır ve mikroskopla incelenmek üzere kesitler hazırlanır. Mikroskopik incelemede tümöre özgü değişimler saptanırsa tanı kesinleşir.
TEDAVİ
• Genel ilkeler – Dölyatağı boynu karsinomunun tedavisinde cerrahi girişim ve ışın tedavisi (radyoterapi) tek başına ya da birlikte uygulanır. İlaç tedavisine (kemoterapi) başvurulması gereken durumlar çok azdır. Çevreye yayılmamış in siîu durumdaki karsinomda çeşitli tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Bu tür yöntemler arasında elektrikle dağlama, soğuk cerrahisi, soğuk pıhtılaştırma, laser cerrahisi, kanserli bölgeye virüs çoğalmasını önleyici interferon ve A vitamini türevi retinoitlerin uygulanması sayılabilir. İleri evredeki yayılmacı karsinomda ise radyoterapiyle birlikte hipertermi uygulaması, yani hastanın ateşinin tedavi amacıyla yükseltilmesi denenmektedir. Evre 0 ve I İle Evre H’ye giren bazı olgularda cerrahi girişime başvurulur. Işın tedavisi bütün evrelerde etkilidir.Hastaların 5 yıl sağ kalma oranlan karşılaştırıldığında cerrahi girişim ile ışın tedavisi arasında belirgin fark yoktur. Gene de klinik olarak belirti vermeyen evreler dışında, dölyatağı boynu kanserleri ışın tedavisine iyi yanıt veren tümörlerdendir. Etkili olmasının yanı sıra ışın tedavisinin komplikasyonlan da cerrahiden azdır. Ayrıca hastanın aşm şişman olması gibi cerrahi girişimin yapılamadığı durumlarda ışın tedavisi rahatlıkla uygulanabilir. Tedavi hastanın genel durumuna göre seçilir ve hemen her zaman kişisel bir nitelik taşır.
• Cerrahi girişim – Dölyatağı boynundaki in situ ve mikroyayılım gösteren karsinomun tedavisinde en çok kullanılan yöntemdir. Evre I’deki genç kadınların tedavisinde yumurtalık işlevini korumak? amacıyla ışm tedavisi yerine cerrahi girişime başvurulur. Ayrıca dölyatağı eklerinin (yumurtalıklar, tüpler) kronik iltihabı, iltihaplı bağırsak hastalıkları, kalınbağırsak divertikülü olan, karın alt bölgesi ameliyatı geçiren, yumurtalığından rahatsız olan kadınlarda ve gebelerde ışın tedavisi kesinlikle uygulanamaz; bu durumda cerrahi girişim yapılır. Cerrahi girişimin hastalığın ya-yılımını daha kesin biçimde gösterme, tedavi süresini kısaltma, hastanın kanserle ilgili bunalım ve tedirginliğini giderme gibi üstünlükleri de vardır.
Buna karşılık şişmanlık, ilerlemiş yaş ve kronik hastalık durumlarında cerrahi girişim risklidir. Kanser uzak organlara yayılmamışsa belli bir yerle sınırlı yineleme durumlarında, ayrıca ışın tedavisi ve ameliyat sonrasında leğen kemiği içindeki yinelemelerin tedavisinde de cerrahi yöntemlere başvurulur.
in situ karsinomda cerrahi girişim basittir; kanserli bölgenin çevresindeki bir miktar sağlam dokuyla birlikte koni biçiminde çıkarılmasından (konizas-yon) oluşur. Mikroyayılım söz konusuysa dölyatağının yumurtalıklarla birlikte ya da tek başına alındığı basit his-terektomi uygulanır. Histerektomi karından ya da dölyolundan girilerek gerçekleştirilir.
• Işın tedavisi – Dölyatağı boynu karsinomunda ışın tedavisi başarıyla uygulanan bir yöntemdir. Hastalığın bütün evreleri bu yöntemle tedavi edilebilir ve ışm tedavisinin uygulanamadığı durumlar cerrahiye göre daha azdır. Teknik açıdan farklı yaklaşımlar bulunmakla birlikte ışın tedavisinde sık kullanılan bir teknik, dölyatağı boynuna içeriden her biri 35 saat süreli 2 kür halinde 17,000-20,000 rad değerinde sezyum uygulanmasıdır. Bu uygulamayı dışarıdan yapılan ve leğen kemiği içindeki lenf bezlerini kapsayan ışın tedavisi izler. Dölyatağı boynuna uygulanan sezyum tümörü ortadan kaldırırken dışarıdan uygulanan ışınım çevre lenf dü-ğümlerindeki tümör hücrelerini yok eder. İlerlemiş olgularda tümörü küçültmek amacıyla önce dışarıdan ışın tedavisi uygulanabilir. Yayılma evresindeki karsinomda ışın tedavisi sonrasında hastaların 5 yıl sağ kalma oranı yüzde 55 dolayında Evre I ve H’de ise bu oran yüzde 66-91 arasındadır.
• İlaç tedavisi – Dölyatağı boynu karsi-nomunda kanserli hücreleri öldüren ilaç tedavisi çoğu kez yalnızca geçici olarak ağrıyı dindirir. Işın tedavisinin uygulanamadığı durumlarda uzak metastazlar ilaç tedavisine birincil tümörden daha iyi yanıt verir. Dölyatağı boynu karsi-nomunda birçok hücre öldürücü (sito-toksik) ilaç denenmiştir, ama bunlar olguların ancak yüzde 25-30 kadarında tümörde gerileme sağlamıştır.
• Yan etkiler – Tedaviye bağlı olumsuz etkiler cerrahi girişim sonrası, ışın tedavisi sonrası ve ilaç tedavisi sonrası olmak üzere üç başlık altında toplanabilir:
1. Cerrahi girişim sonrası – Koni-zasyondan hemen sonra en sık görülen komplikasyon kanamadır; bu kanama iyi bir cerrahi teknikle önlenebilir. Uzun dönemde ortaya çıkan sorunların başında ise kısırlık ve düşük, erken doğum, zor doğum gibi gebelik komplikasyonlan gelir. Bu sorunlar dölyatağı boynunun bir bölümünün ameliyatla çıkarılmasından kaynaklanır ve dölyatağı boynunun yeniden oluşumundaki düzensizliklere, nedbe oluşumuna, damar ve sinir yapısında ameliyat sonrasında görülen bozulmalara bağlıdır. Konizas-yon doğurganlığın korunması açısından güvenilir bir girişim değildir. Yerel dondurucu etkiyle cerrahi (kriyoşirürji), derin diyatermi (yakma) aracılığıyla pıhtılaştırma, laserle çıkarma gibi teknikler dölyatağı işlevini ve üretkenliği daha iyi korur. Ayrıca konizasyondan sonra hastada ruhsal ve cinsel sorunlar görülebilir.
Köklü cerrahiye bağlı ölüm oranı yüzde 1′in altındadır, ama ameliyat sonrasında istenmeyen yan etkiler daha sık görülür. Ameliyat sırasında idrar borularında yaralanma ve yırtılma olabildiği gibi fistüller de ortaya çıkabilir. Bu ağır komplikasyonlarm sıklığı yüzde 2-10 arasındadır.
İdrar tutukluğu ya da idrar kaçırma gibi işlevsel tipte idrar kesesi bozuklukları, bağırsak felci, leğen kemiği içinde yaygın bağdoku iltihabı (selülit), idrar yolu enfeksiyonları, bağırsak tıkanması, damarlarda tıkanma ve pıhtı oluşumuna bağlı hastalıklar gibi komplikas-yonlar ise her kann ameliyatıyla aynı sıklıkta ortaya çıkar. Ameliyat sırasında sinirlerin örselenmesi siyatik siniri ağrılarına yol açabilir; bu ağrılar çabuk geçmez. Dölyolundan yapılan cerrahi girişimlerde komplikasyon sıklığı ve ameliyat riski daha azdır.
2. Işın tedavisi sonrası – Işm tedavisinin komplikasyonlan da kısa ve uzun dönemde ortaya çıkanlar olmak üzere ikiye aynhr. Tedavinin cerrahi girişimden sonra yapılmasına, ışm verilen bölgenin genişliğine ve hastanın yaşma bağlı olarak yan etkileri artar. Işın tedavisi sürerken ya da bittikten sonraki bir ay içinde görülen başlıca komplikas-yonlar basur (hemoroit), ince ve kaim bağırsak iltihabıyla ishal ve akut idrar kesesi yakınmalandır; pankreas iltihabı Çok seyrek görülür. Işın tedavisinin bitmesinden sonraki bir ay ile beş yıl arasında ortaya çıkanlar ise kısırlık, dölyatağı boynu darlığı, dölyolu darhğıyla ağnlı cinsel ilişki, düzbağırsak ve idrar kesesi yakınmalan, düzbağırsakla dölyolu ya da idrar kesesiyle dölyolu arasında bağlantı (fistül) oluşumu ve bağırsak tıkanmalarıdır.
3. İlaç tedavisi sonrası – Sorunlar bütün ilaç tedavilerinde görülebilen türdendir. Yalnız bu hastalarda böbrek işlevlerinin bozulmasına bağlı olarak ilaç daha çok toksik (zehirli) etki gösterir.
Birkaç tedavi türünün birlikte uygulanması bağırsak tıkanmaları, fistül ve kanama tipi bağırsak ve idrar yolu komplikasyonlarının sıklığını artınr. Yalnız cerrahi girişim yapıldığında yan etkilerin görülme oranı yüzde 10′ken, cerrahiyle ışm tedavisi birlikte uygulandığında bu oran yüzde 30′dur.
BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)
Dölyatağı boynu karsinomunda tedavinin etkililiği, erken tanıya bağlıdır. Başlangıç evresindeki tümörlerin tedavisi başarılı sonuçlar verir. Yayılmanın artmasıyla iyileşme olasılığı azalır. Yayılma eğilimi gösteren dölyatağı boynu karsinomlu hastaların yaklaşık yüzde 96’sı için tedavi umudu vardır. Tedavi edilmeyen hastalarda ortalama yaşam süresi ise hastalığın görünen başlangıcından sonra 17 aydır.
Hastalığın gidişi genellikle çeşitli etkenlere bağlıdır ve bunların her biri hastalığın gidişini farklı derecede etkiler, Temel etkenler hastalığın hangi klinik evrede bulunduğu ve lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığıdır. Kanserin görünür belirtileri, tümörün hacmi ve bir olasılıkla da hastanın yaşı öbür önemli etkenlerdir. YaŞ önemli görünmektedir, çünkü hızlı yayılan tümörlere gençlerde daha sık rastlanır.