Bir Zamanlar Türkiye
Zamanla unuttuklarımız...
AÇIK BİSKÜVİLER:
Mahalle bakkallarında şimdiki gibi paketlenmiş bisküviler yoktu ya da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. Hemen her bakkal dükkânının giriş kapısının yanında ortalama 30X30X30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli bir şekilde üstüste oturtulmuş halde dururdu. Bunların ön kısmında camlı bir kapakları olurdu. Kapak, içindeki bisküvilerin bayatlamaması için sürekli kapalı olur, camdan içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. Bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. İstenen tür bisküvi, bakkal tarafından kâğıttan bir kesekâğıdına doldurulup tartılarak müşteriye verilirdi. En bilinen markalar ise; Ülker, Eti ve Besler’di.
ARAP SABUNU:
Deterjanların günümüzdeki gibi yoğun bir biçimde henüz günlük hayata girmediği yıllarda, temizlik işlerinde çoğunlukla arap sabunu ya da beyaz kalıp sabunlar kullanılırdı. Kalıp sabuna nazaran temizleme kabiliyeti daha yüksek olan “arap sabunları” bakkallarda, kesif kokusundan dolayı dükkânın genellikle dışına konulan bir tenekenin içinde muhafaza edilirler, bakkal tarafından metal bir kaşık yardımıyla, naylon torbanın içine doldurulduktan sonra tartılarak satılırlardı. Görüntüleri itibarıyla ağdalı-sümüksü kıvamlarından, sarı renklerinden ve kendilerine has oldukça itici kokularından beklenmeyen temizleme özellikleri, onların bulaşık hariç hemen her yerde kullanılmalarına neden olurdu. Yerlerin, merdivenlerin, muşambaların, çamaşırların arıtılması işlemlerinde kadınların en büyük yardımcısı olan arap sabunları, artık günümüzde iyice gözden düştüler. Bu sabunları satan bakkal da kalmadı.
AYI OYNATICILAR:
Çingenelerin tekelindeki bu meslek grubunda ekip, elinde tef ve uzunca bir sopa olan kavruk bir çingene ile, beline sardığı zincirin ucu, burnuna geçirilen halkaya takılmış bir ayıdan oluşmaktaydı. Daha çok turistik yerler ve sokak aralarında boy gösteren bu ikili ekibin gösterisi, tefi dokuz-sekizlik aksak bir ritmle çalarak şarkı söyleyen çingenenin, arada bir elindeki sopayla ayıyı dürtmesinden sonra hayvanın tempoya uygun hareketlerle zıplaması, sopaya tutunarak iki ayağının üzerinde dikilmesi ve bazen de yere yatarak bayılma numarası yapmasından oluşan ilginç bir şovdan ibaretti. En çok tutulan gösteri ise; “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır?” sorusunun ardından ayının bayılma numarası yapmasıydı. Gösteri bitince çingene kasketini çıkararak, etraflarında halka olan seyircilerden bahşiş toplardı. 1980’lerde ayı oynatmak kesinlikle yasaklandı. Hayvanlar toplanarak, Uludağ’da oluşturulan ayı yetiştirme ve rehabilitasyon merkezine götürüldüler.
AYŞEGÜL ÇOCUK KİTAPLARI:
Fransız yapımı renkli ve resimli A4 ebatlarında, parlak kalın kâğıda baskılı çocuk kitapları vardı. İçindeki çizimler renkli fotoğraf kalitesinde ve güzelliğinde, hemen her türlü detay düşünülerek hazırlanmış, o günler için oldukça lüks sayılabilecek bu kitaplar, ortalama 16 sayfa civarındaydılar. Türkiye baskılarında Ayşegül adı verilmiş hayalî bir Fransız kız çocuğunun; evde, okulda, piknikte, tatilde, uçakta, köyde, tiyatroda, yaşgününde... şeklinde senaryolaştırılmış serî maceralarını anlatmaktaydı. Bu kızın Fındık adında kahverengi bir köpeği ve hiç de Türkiye şartlarıyla benzerlik taşımayan bir yaşam biçimi vardı. Ailecek bahçeli lüks bir köşkte otururlar, kilisenin bahçesinde oynarlar ve sık sık istakoz yiyip, uzak ülkelere tatile çıkarlardı.
BONCUKLU KASAP KAPILARI:
Kasap dükkânlarının kapılarında, özellikle yaz aylarında kapıyı yere kadar tamamen örten, pervazın üzerine tutturulmuş dikey iplere dizili rengârenk boncuklardan oluşan, genellikle sinek benzeri uçucu haşeratın içeriye girmesini engelleyen siperlikler olurdu. İçeriye girmeniz için, bu boncukları ortalarından tutarak, uzun bir saçı at kuyruğu yapmak için toplar gibi bir elinizle tutup kenara itmeniz yeterli olurdu.
CİN ALİ ÇOCUK KİTAPLARI:
1970’lerde revaçta olan ilkokul çocuklarına yönelik “Cin Ali” adlı kare şeklinde 16 sayfadan oluşan, siyah-beyaz çok enteresan kitaplar vardı. Ali adlı çocuğun, belli bir seriyi takiben; okuldaki, piknikteki, denizdeki, müzedeki, törendeki, dişçideki ve hayvanat bahçesindeki müthiş heyecanlı (!) maceralarına yer veren kitaplardaki çizimler çöp çizgilerden oluşmaktaydı. Herşey ama herşey birkaç çizgiden ibaretti; evler, arabalar, insanlar, hayvanlar, eşyalar... Kollar ve bacaklar ve vücutlar çöpten ibaret olup herhangi bir organ ihtiva etmemekteydi. Kafalarsa bir yuvarlaktan müteşekkildi. Okuyan çocuğun resimleri kolayca taklit ederek çizebilmesine imkân vermek amacıyla düşünüldüğü muhtemeldi. Her çocuğun çantasında bu serinin en az 1-2 kitabı mevcuttu. 80’lerden itibaren çocuk kitapları sektöründeki hızlı gelişim, Cin Ali kitaplarının da sonu oldu.
CİVCİV BESLEMEK:
80’li yıllarda moda olan trendlerden biri de evlerde civciv beslemekti. Pazarlarda ve hatta sokak aralarında satılan civcivlerden 3-5 adet satın alınır, bunlar yazın evlerin balkonlarında, kışınsa odanın içinde kuytu bir köşede, yanlarında birkaç havalandırma deliği açılıp zemini samanla döşenen bir ambalaj kutusunun içine konulur, kutunun üzerinden de içeriye ısıtma ve aydınlatma amaçlı, sürekli yanan bir ampul sarkıtılırdı. Hevesle başlanan bu bakım işi giderek tavsar, civcivler birer ikişer telef olmaya başlar, sonunda da yaşamayı başaran kalanları piliç mertebesine ulaşıp da, sürekli kutudan çıkmaya, eşyaların üzerinde uçmaya, etrafa tüy dökerek yerleri pisletmeye başladıklarında kesilip ailecek yenilirlerdi. Apartman dairelerinde kümes hayvanı beslemek gibi ekstrem girişimleri olan aileler için, bir gecelik ziyafet uğruna o zahmeti ve kokuyu aylarca çekebilmek ne derece çekiciydi, bilinmez...
YASSI DİKDÖRGEN PİLLER:
Yaklaşık 5X5 santim ebatlarında kırmızı-beyaz renkli yassı piller vardı. “Berec”, “Ki-wi” gibi markalardaydılar. Bunlar daha çok el radyolarının arkalarına kayışla sabitlenirlerdi. 6 volttular (Şimdiki 4 adet 1,5 voltluk kalem pillerin toplam kapasitesinde). Artı kutuplarının olduğu yerlerde teneke iki adet kulakçıkları olurdu. Çok pratik ve kullanışlı olan yassı piller 80’lerin sonunda piyasadan silindiler.
ÇORAPTAN ÖRGÜ PASPASLAR:
Özellikle 70’lerde moda olan bu paspaslar, hamarat evkadınları tarafından, kaçtıkları için giyilemeyecek durumdaki kadın çoraplarının malzeme olarak kullanıldığı, kalın şişlerle örülen ev eşyalarıydılar. Kapı önlerine ve evin muhtelif yerlerine serilirler ve kışın da yerin soğuğunu oldukça önlerlerdi. Hem eski çoraplar değerlendirilir, hem de bedavaya paspas sahibi olunurdu. Bu parlak fikir, 80’lerden sonra tüketim toplumu tarafından avam kabul edilerek, kaçmış çoraplar direkt çöp kutusuna atıldılar.
CUMARTESİ EĞİTİM-ÖĞRETİM:
İlk ve ortaokullar, 1974 yılına kadar Cumartesi günleri de öğrenime devam ettiler. Cumartesileri diğer günler gibi tam değil yarım gün kabul edilirdi. Bu yüzden öğretim iki saatti. İlk ders 1 saat sürer, sonra on dakika teneffüs olur, ardından da 40 dakikalık ikinci ders yapılır ve bahçede hep bir ağızdan İstiklal Marşı okunduktan sonra birbuçuk günlük hafta sonu tatiline girilirdi. Bu uygulama 1974-75 öğretim yılından itibaren kaldırılarak, Cumartesi günü tam gün tatil kabul edildi.
EL RADYOLARI:
Avuçiçinden biraz daha büyük ve arkalarında mutlaka yassı bir pili olan, band aralığı dar ve parazitli, derinden gelen bir sese sahip, yanlarında uzayabilen antenleri olan radyolar, özellikle erkekler tarafından çok rağbet görürdü. Bilhassa Pazar günleri TRT’nin canlı yayınladığı lig maçları, kulaklara sıkıca yapıştırılan bu el radyolarından takip edilirdi. Halihazırda radyosu olmayan otomobillerde ve diğer araçlarda da torpidonun üzerindeki yerlerini alırlar ve yol boyunca açık olurlardı. Paraziti en aza indirmek için, dinleyenler sık sık yönlerini değiştirmek zorunda kalırlardı.
FACITLAR:
70’li ve 80’li yıllarda muhasebecilerin, özellikle de bakkal dükkânlarının değişmez elemanlarından olan “Facıt”ler, sağ yanında bir çevirme kolu ve üzerinde tuşlar olan enteresan hesap makineleriydiler. Bakkal, Facıt’ın tuşlarına bastıktan sonra, yanındaki kolu ileri-geri birkaç kez seslice çevirir, tekrar tuşlara basar, yeniden kolu çevirir ve bu işlemler zinciri, hesaplanacak tüm kalemler tamamlanana kadar sürüp giderdi. En son işlemden sonra üzerinden yazarkasa fişi gibi bir kâğıt çıkartırdı. Hesaplayan kişi bu fişe bakarak, alışverişin ederini söylerdi. Sadece toplama-çıkarma yapabilen ve günümüz koşullarında çok ilkel sayılabilecek olan Facıtlar, o dönemlerin pratik ve teknolojik aletlerindendiler.
KAĞIT KÜLAH FIRLATMA BORULARI:
Çocukların, nalburlardan ortalama 30 santim uzunlukta kestirerek satın aldıkları gri renkli, sert plastik su boruları, 70’li ve 80’li yıllarda, onların hain emellerine alet olan bir silâh şeklinde kullanıldılar. Cephaneleri, defterlerinden kopardıkları dikdörtgen kâğıtlar olup, çocuklar bunları bellerindeki kemere tomar halinde tuttururlardı. Açık kalmış bir pencere gördüklerinde derhal bu tomardan bir kâğıt koparıp, ucu sivriltilmiş bir külâh haline getirerek borunun ucuna sokarlar ve ardından da nişan aldıkları istikamete doğru üflerlerdi. Külâh ok gibi borunun öbür ucundan fırlar ve pencereden içeriye hızla girerdi. Bu oyun, genelde yaz tatillerinde çocuklara müthiş zevk veren bir eğlence olmakla birlikte, onca işleri arasında misafir odalarını doldurmuş bu davetsiz misafirleri toplayarak imha etmek zorunda kalan ev kadınları için aynı şey söylenemezdi. İstanbul’un otuz dereceyi aşan bunaltıcı günlerinde kamışlı hain veletler uzaklaşana kadar mecburen camlar kapatılırdı. Bazen de çocuklar kendi aralarında gruplar oluşturarak birbirleriyle külâh savaşı yaparlardı. Daha azgınca olanları kâğıt külâhın sivri kısmının ucuna bir de toplu iğne sapladıkları için birtakım istenmeyen kazalar da meydana gelirdi.
LEBLEBİ TOZU:
Mahalle bakkallarında “leblebi tozu” satılırdı. İşaret parmağı uzunluğunda ve kalınlığındaki şeffaf torbalara doldurulmuş şekerli leblebi tozları, çocuklar tarafından çok sevilen ve genelde yenmek üzere değil de, ağıza tümüyle doldurulduktan sonra karşındakine hızla püskürtülmek için satın alınan bir gıda maddesiydi. Eğer ağızda fazla tutulursa, boğaza fena halde kaçar ve uzun süre öksürtürdü. Boğulmak üzere olan çocuğunu farkeden telâşlı ebeveynler tarafından çocuk güzelce dövülür, leblebi tozunun kalan kısmı derhal çöpe atılırdı.
MANDOLİN:
60’larda ve 70’lerde ilkokul çocuklarına çalmaları için zorla dayattırılan bu İtalyan çalgısı, nedense çocuklar tarafından pek sevilmezdi. Okullarda öğretici kurslar dahi açılır, bütün kırtasiyelerde, kapağında çalgı çalan bir kız ve bir erkek çocuğu resmi olan mandolin metod kitapları satılırdı. Aylarca süren bir kurs dönemi sonunda müzik kulakları pek de gelişmemiş, ancak ebeveynlerinin baskısına karşı gelememiş bu yeni yetmeler, okulun salonunda bir de konser verirlerdi. Repertuarları da, üç ile beş arasında değişen basit okul şarkılarından teşekkül ederdi. Doğru notayı çıkarması oldukça güç ve beceri isteyen, gerili 4 çift telden oluşan, penayla çalınan mandolinlerin bu üçgen penaları, tremolo (seri vuruş) esnasında hep kırılır, görev sağlam olan köşeye devredilir, her üç tarafı da kırılana kadar kullanılırdı. Kurs sona erdiğinde çocuklar tarafından genellikle arkaları çevrilerek darbuka olarak kullanılan (içleri boş olduğundan, vurulduğunda bayağı da güzel de ses çıkaran) ve normal yüzlerinden çalındığında sazla buzuki arası bir ses veren mandolinlerin ses perdeleri de oldukça geniş sayılırdı. 80’lerde okullarda blok flüt modası başgösterince mandolinler de tamamıyla gözden düştüler.
HİPPİLER:
1968 yılında dünyada esen serbestlik rüzgârının yansımaları olan “Hippiler (Hippy)”, 70’lerde uzakdoğu orijinli dünya gezilerine çıkmaya başladılar ve Hindistan, Nepal, Katmandu gibi Budizm ağırlıklı yerlere ulaşmak için rotalarını genelde Türkiye üzerinden çizdiler. Kendilerine “Çiçek çocukları”, “Barış elçileri” gibi enteresan isimler veren Batı Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın işsiz, parasız entel gençleri, volkswagen marka minibüslere doluşarak İstanbul’a geldiler ve uzun yıllar Sultanahmet’i kendilerine buluşma yeri seçerek, burada ucuza konaklamaya başladılar. Uyuşturucu ağırlıklı bir yaşam tarzı süren ve garip giysiler giyerek sürekli şarkı söyleyen, çalışmayan, üretmeyen bu akımın temsilcilerine tüm dünyada olduğu gibi bizde de Hippi denildiği gibi, İstanbul halkı tarafından kendilerine ikinci bir isim daha takıldı; “Bitli turist”... Sultanahmet semti de bundan nasibini aldı ve adı; “Bitli Sultanahmet” oldu uzun yıllar... Hippilik akımı 1980’lerin başında yokoluş sürecine girince, hippiler de İstanbul’u terketmeye başladılar.
MIZIKALAR:
60’larda ve 70’lerde çocuklara alınan hediyelerin başında –her nedense- mızıka adı verilen müzik aletleri gelmekteydi. İnce uzun dikdörtgenler prizması şeklinde olup, uzun kenarlarından birinde üflendiğinde ses üretmeye yarayan, iki sıralı küçük karelerden oluşan delikleri olan bu acayip aleti hakkıyla çalabilen tek bir çocuğun dahi olmadığı, yapılan ısrarlı gözlemler sonucu görülmüştür. Dudaklar arasında hızla sağa-sola hoyratça çekilirken kuvvetlice deliklerine ileri-geri üflendiğinde, kapı gıcırtısına ya da kuyruğu kapıya sıkışmış kedi sesine benzer baydırıcı nağmeler üreten bu Amerikan kovboy çalgısının hediyelik eşya olma şanssızlığı 80’li yıllardan itibaren sona erdi.
ARKASI YARINLAR:
Televizyon yayınlarının çok kısıtlı yapılabildiği 70’lerde hafta içi hergün 10.00-10.20 saatleri arasında “Arkası Yarın” adı verilen sürekli radyo piyesleri yayınlanırdı. Dinleyicilerin konuya adapte olabilmeleri için, kapı gıcırtısı, ayak sesi, yağmur, rüzgâr, uğultusu, kuş cıvıltısı, motor çalışma sesi gibi birtakım ses efektleriyle zenginleştirilmiş karşılıklı diyaloglardan oluşan piyesler, Türk ve dünya klasikleri ağırlıklı olurlardı. Bu piyeslerin jenerik açıklamalarında en akılda kalanı ise; “Efekt: Korkmaz Çakar”dı. Adı geçen şahıs, yukarıda anlatılan efektlerden sorumlu ses görevlisinin adıydı.
BABIALİ:
Bazı gazeteler başta olmak üzere birçok gazete ve derginin matbaalarının ve yazıişlerinin yer aldığı, Türbe’den Sirkeci Meydanı’na kadar kıvrılarak inen meşhur Cağaloğlu yokuşuna o yıllarda verilen addı. Babıali’ne sağlı sollu açılan sokaklar dahil olmak üzere, bu bölge tamamen yayıncılık üzerine hizmet vermekteydi. 1980’lerin sonlarında gazeteler birer-ikişer İkitelli civarında yeni yaptırdıkları modern tesislerine taşındıktan sonra Babıali’nin de günümüzde artık sadece adı kaldı